19 Eylül 2010 Pazar

30 sene önce o gece

30 sene önce o gece

12 Eylül 2010

Dursun Akçam darbeyi bir gün önceden haber almıştı. Yeşil pasaportu hazırdı. Valizi de... 11 Eylül akşamı hemen havaalanına gitti. Dış hat seferlerinin durdurulduğunu öğrendi. İzmir uçağında boş bir yer bulabildi. İzmir’e uçtu. Havaalanında bir grup gazeteciyle karşılaştı. Ecevit‘i bekliyorlardı. Ecevit’in danışmanının kulağına eğilip, “Yarın darbe var“ dedi. Sinirlendi danışman:
“Her Allah’ın günü aynı tevatür...” diye söylendi.
* * *
Ecevit’le buluşacaklardan biri de Süleyman Çelebi’ydi.
12 Eylül Cuma günü Trabzon’da “Demokrasi Mitingi“ yapacaklardı. DİSK adına kendisi konuşacaktı.
Giresun’da mola verip otele yerleştiler.
Sabah 05’te bir sendikacı arkadaşının telefonuyla uyandı.
“Başkan kalk; darbe oldu” diyordu arkadaşı...
Arayan sendikacının, genel sekreteri ile anlaşmazlığı vardı. Uyku sersemi güldü Çelebi:
“Hanginiz yaptı darbeyi“ dedi.
Karşıdaki ses ciddiydi:
“Öyle değil; çabuk radyoyu aç!”
* * *
TÖB-DER Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu radyoyu açınca Kenan Evren’in sesini duydu. Darbeyi yapan general, isim vererek DİSK’i ve TÖB-DER’i suçluyordu.
O da, “Demokrasi Mitingi“ için Trabzon’daydı.
Dostları, hemen yurtdışına kaçmayı önerdi.
Kabul etmedi Gazioğlu; köyünde saklanmaya karar verdi.
* * *
Mülkiyeli Prof. Dr. Sadun Aren radyoyu açar açmaz eşiyle pencereye koştu.
Çevrede askerler vardı. Hemen çantasını hazırladı.
O sırada birkaç subay onların apartmana doğru yöneldi:
“Benim için geldiler” dedi Aren...
Her şeye hazırdı.
Lakin zil bir türlü çalmadı.
“Çantam elimde, hevesim kursağımda kaldı” diye espri yaptı.
* * *
DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk zili çalanlardandı. Karanlık günlerden birkaç gün uzaklaşabilmek için Ören’deki kooperatif evine gitmiş, gece bir kadeh rakı içip Zülfü Livaneli’nin, “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz“ türküsünü söylemişti.
Oysa olmuştu bile...
Şafak sökmeden kapısı çalındı. Askeri bir cemseye bindirilip hakaretler eşliğinde Hasdal Kışlası’na götürüldü.
* * *
Zülfü Livaneli, kendisini dinleyen devrimcilerin başına gelenleri Almanya’da radyodan öğrendi. Günlerdir dillerde gezen söylentinin gerçek olduğunu anladı.
Bitti sandığı sürgün, yeni başlıyordu.
* * *
Yazar A. Kadir o gece Alman şair Brecht’in şiirleriyle sabahlamıştı.
Evi basan askerler, kitaplarını, şiir defterlerini, “suç aleti” diye topladı. Kendisini de bir cemseye bindirerek Samandra’daki kışlaya götürdüler. Kapatıldığı hücrede hayatın hazırladığı tesadüfü düşündü:
Nazım’ın şiirleri yüzünden Kara Harp Okulu’ndan atılmış, Nazım’la birlikte yargılanmıştı.
Askeri okuldan sınıf arkadaşı olan adam, şimdi televizyonda “yönetime el koyduğunu“ açıklıyor ve o ise bir kez daha şiir yüzünden hapse atılıyordu.
* * *
Bu anekdotları, Çiğdem Sezer ile İbrahim Dizman’ın “30 yıl 30 Hayat” (İmge, 2010) kitabından aldım.
Nazi kurbanı Yahudiler, soykırımdan ancak 30 yıl sonra konuşabilmişler.
Biz de ancak 30 yılda sökebildik dilimizdeki mührü...
Ve konuştukça döktük, içimizde biriken zehri...
Anlatalım; ki bu utanç bir daha yaşanmasın...


CAN DÜNDAR- MİLLİYET GAZETESİ