9 Ağustos 2009 Pazar

Denizden Geçme Hâli üzerine Gültekin Emre'nin yazısı

Gültekin Emre

“DENİZDEN GEÇME HÂLİ”*

Bu nasıl bir sokak? Nereden bileyim? Nerede başlayıp nerede bittiği önemli değil ama Türkiye’de bir sokak, bu kesin. Ülkemizin hâllerinin içinden akıp geçtiği, tahribatların sergilendiği, yürek yakan insan manzaralarıyla bezeli, biraz beli bükülmüş yılların ağırlığından, sırtı kamburlaşmış acılardan ama dinç görünmeye çalışan, içini dışa vurmasa da her şeyi ayan beyan ortada olan bir sokak işte. Bir “sevda sokağı” ya da kimsenin çıtının çıkmadığı “susmalar sokağı” da denebilir can alıcı fotoğraflara bakınca uzun uzun. “Burada kimse kimseyi ve hiçbir şeyi sevmiyor” da olabilir ki bu da doğaldır günümüzde. Gelenekler ve yaşamın incelikleri sırra kadem basalı çok oluyor ; ama olsun varsın. Burada “hayatın arka bahçesi” onarılıyordur çünkü. Filmlerdeki hayatlara özenilip mutlaka ve duvarda şöyle bir levha da asılı duruyordur gören gözler için: “hayat çöp birikmiş bir duvar gibi”. Gel de içinden çık bakalım bu sokağın, bunca sokağın, bu ülkenin, bu hayatların, ölümlerin, depremlerin, çakıp duran şimşeklerin!... “Yasemin” kokulu bir sokak olması da olası bu pembe düşlerini çoktan yitirmiş, suratı iyice asılmış ve kararmış sokağın. “pembe panjurlar kırmızı kiremit ve kızarmış ekmek kokusu”yla dopdolu da bir yerdir belki de haritada ve yeryüzünde yeri belli olan, adreslere mektup bırakılan, elektrik direklerine yağmur, kar yağan, pencerelerine güneşler konan, balkonlarda çamaşırlar, ömürler kuruyan... “Mutsuzluk”un “koku gibi” üstlere sindiği ,“benim bir sokağım olsa adını tarçın koysam” dedirten bir sokaktır belki burası. Yalnızca bu sokağın insanlarında değil ülkemizin her sokağında “etimizden bir parça koparıp gider hayat ve dayanırız” der insanlar, bu dizeyi sabah akşam birbirlerinin acısını almak için söyleyip dururlar ve şöyle düşünmeye devam ederler yarı sesli, yarı sessiz evlerinde, dışarıda, çay içerken, yemek hazırlarken hücre gibi mutfaklarda, ölü gibi yatılan yatak odalarında: “dayanırız yaşamak ağır basar içimizdeki akrep / kendini sokmadan evvel bütün kelimeler ateşe koşar”. “kelimeler ateşe koşar” da ne olur? İçimiz yanar kavrulur, ülkemiz düzlüğe çıkmaz ama “hayat fal aç”ar durmadan belirsiz gelecekle göz göze gelmek için. “Körebe” oynanan sokakların yüreğinde yuvalanır “isyan ve hiddet” ama dışa vurulamaz; öfkeleri de bağrına yatırır hayat günü gelince. “Hep aynı kâbusu” görenlerin sokağıdır belki de burası “hayata geç” kalmışların birbirlerini teselli ettikleri, birbirlerinden bir şeyler gizlemedikleri, ellerindeki avuçlarındakileri paylaşıp durdukları… “İçli”dir buranın insanları, sazı sözü severler ki aman aman! Kavgayı da bilirler dostluğu da ve başları beladan kurtulmaz bu yüzden. Düşü düşünürler de bulamazlar bir çıkış yolu düşüp önlerine. Ölümü iyi bilirler anadan, babadan, yârdan, kardeşten, haladan, teyzeden, dededen, komşudan, trafikten, cinayetten, hastaneden, intihardan, polisten; ayrılığı, yoksulluğu; kalleşliği, yarayı yaşayanlardan-taşıyanlardan bilirler. Bu sokaklar nereye çıkarsa çıksın, yaşayan ölü olmadılar hiçbir zaman öyle sayılsalar da nüfus sayımlarında. “bir sokak işte çıkıp gidecek caddenin birine açılacak”. Hep bir umut vardır yolun bir yerlere çıkacağına ilişkin. Fallar da bunu söylüyordur elbette ehli ellerde açılınca. Her şey “tamammış gibi” yaşanıyordur eksiğiyle fazlasıyla, oysa çürüye çürüye ölünüyordur bunca karmaşa, kaos, düzensizlik, haksızlık, yozluk, yozlaşma, ahlâksızlık, pislik arasında. “Aşktan ve acıdan” ölünmese de ölünecek o kadar şey var ki, hangisini saymalı! Öyle ya “ölmek de bir masal işte yaşamak nasılsa...” Dağlar, denizler, insanlar, acılar, mutlu-mutsuz aşklar, iyi-kötü zamanlar, gülenler, ağlayanlar, düşlüler, düşsüzler, evliler, evsizler, yorgunlar, bezginler gelip geçer ayaklarını sürüye sürüye, uça uça, sine sine, bu sokağı baştan sona, sabah akşam... Bir halk türküsü gibi yayılır, çoğalır hayat evden eve, sokaktan sokağa yine de: “sümbül dağından bir mesel geçti / gölgesi gövdemize düştü de geçti / üstü başı geyik kanı bir gece geçti / bıçağı ömrümüze değdi de geçti”. Böyle olunca da “şimdi orada bir orman kalbini çıkarıyor”dur italik bir yazıya dönüşerek. “Kelimeler gibi ağaçlar”ın içinden çıkması zor; ama şiir girer bu kuytu alanlara”som acı”lara, avcı düşlerine, keklik gülüşlerine... Hayatın kustuğu sokakların sokak kadınları da olur elbette gül kokulu, sümbül gibi, karanlığa yazgılı: “koynunda kaçak tütün kokusu / yatağında geceden kalma izler / gökyüzü yastığının altında / bedeninde yıldızlar ve daha neler”. “burası dünya” dünya olmasına ya, “tekin bir yer değildir”, tedirginlik ise diz boyu. “acının ucuna bucağına / varmanın yol haritası” dünya burası işte. Hırslanmak, diklenmek için sözcüklerin yardımı gerekiyorsa, susmak için de imdada ilk koşan onlardır yine boğaza düğümlene düğümlene. Unutmak bir yazgı değildir de bir “çukurdur” ne varsa içine doldurulacak ve dünyanın “uzun acısı”na emanet edilecek. “ustura ağzında yaşamak”tır bu kendin kıra döke, sağa sola çarparak, parçalayarak geçmişi, geleceği, şimdiyi, ilikli ilişkileri, deri değiştirmeleri öne süre süre. Bilenen ise bir başka cümbüştür hayata göstermeden gelip geçen; aramızdaki onca hayat geçmişten sorumlu mudur bilinmez ama herkesin acısı kendi boyu kadar da denemez, çünkü hayat ne küçüktür ne büyük herkese yer vardır onda. Şarkılar biter ama sözcükler alır götürür geride kalanları “hayat bir darağacı gibi” sallanırken “üzerimizde”, yine de elinden bir şey gelmiyor bu hayatın çocuklarımız öldürülürken orda burada, söz alıp bir şey demiyor, yumruğunu indirmiyor kaşın gözün üstüne; “tökezliyor” kendine. Şu iki dizeyi ne yapmalı, gelin mi damat mı acıyı falan bir yana bırakıp? “ters lâleler gibi açıyor hayat / içine taşmış her kelimede”. İçinden hayat geçmeyen bir ilişki yoktur, bir yaşam da. Nasıl olsun ki? Eksilen, eksilten ise hayatın yüzüdür öyle dağılıp, yarım yarım duran, “atlas”lara gelmeyen. Şu dizeler de kadınla erkek arasındaki en doğal ve en güzel, en sıcak, en anlamlı, en coşturucu ilişkinin capcanlı bir fotoğrafıdır acıya, ölüme, siyasi baskılara karşın: “bin yıldır karşı karşıya / iki yok parça iki taş / hadi kendimizi üst üste koyalım”. Böyle olunca tek bir sözcükle “sayfa” olma hâlidir ki bu, hayatın büyüsü de masalın gerçekliği de buradadır. Taşa, yaza, kışa, güne, aya, yıla, duvara yazılan, kazınan.

Yaşamı derinden duyumsamak, güçlü gözlemleri imgelerle paylaşmak hayatın gözü önünde… Daha ne olsun! Şu iki dizeyi armağan eder Çiğdem Sezer, sezebilenlere: “sende bir yokuş çık çık bitmez / bende bir telaş atlardan kalma”. Bu, şu mu demektir diye sesli düşüyorum şimdi: “sonra kiraz ve ayva ve nar / aşktan başka bahçemiz mi var!” Aşkın olduğu yerde meyveler de bir başka açar, gül de bir başka solar.“güvercin denizi” bir gökyüzüdür âşıkların başlarının üstünde yıldıza, güneşe, buluta aldırmayan…Döne döne dönen nedir; başlar mı, dünya mı, içerde mayalanıp duran çalkantılar mı, bilinmez; ama bilinen bir şey varsa, o da “sabır ile yaş ile söz / birike birike, yazdım / defterim elinde, oku / yer altı sularının sesiyle” diyor ya Çiğdem Sezer, bu sese, bu yepyeni kitabında, bu olgunluğunu doruğa çıkardığı şiirlerde kulak vermeli ki hayatın içine iyice sızılsın sızlanmadan.

Çiğdem Sezer, engin, derin, zengin içine açıla açıla yazıyor (azıyor) hayatın her alanından süzdüğü dizelerini. Kendinden yola çıkıp, dolaşıp insanlığın temel düşüncelerini, esrik duygularını, farklı ama benzer anları olan yaşam biçimlerini, unutulmaz acılarını, mutlu-mutsuz aşklarını imgelerinin imbiğinden geçiriyor, sonra yine kendine dönüp bakıyor bir başkasıymış gibi. “içinde ölüsünü gezdirenin / olmuyor dışında kimsesi” gibi sağlam dizelerle ustalığını gözler önüne seriyor iyiden iyiye. Denizden Geçme Hâli, yalınlığın, duruluğun, sağlam duruşun kanıtı. Hayatın tüm güçlüklerine, dalgalarına, yıldırmalarına, yakıcı şimşeklerine, inişli çıkışlı hâllerine bir tepkiyle birlikte ölümün ölümsüzlüğüne, aşkın gücüne, acının evrenselliğine, yıkımların, kırılmaların yıldırıcılığına da ince oklar, saptamalar düşürüyor şiirinin sırrıyla…

* Denizden Geçme Hâli ,Şiir, Çiğdem Sezer, YKY, Nisan 2009, 90 sayfa.

Akatalpa/Ağustos 2009