16 Ekim 2010 Cumartesi

TAY GİBİ GİTMELERE KIVRAK

ölüm dediğin gecikmek bazen bir trene



trenlerin de kalbi var

ağaçların evlerin gökyüzünün

bir kalbi var guk-gu, guk-gu

ötüp duran duvar saati

üç-beş, yirmi üç-yirmi dört

üstüme kendini ört

çok bekledim elim sende

de ki ölmüşüm unutma ölümü öp



hoşgelmişim rüya hatıra

bir deniz med cezir arasında

bir tay gibi gitmelere kıvrak

bir tavşan gibi öpülmeye istekli

bir geyik

çatallı boynuzlarında parıldayan ay

de ki ay’ın ardı orman

araya araya çıktımdı coğrafyadan

kendimi bıraktığım sınırda

anneler oğul büyütüyordu

ve dilsiz bir ağaç

dünyayı dinliyordu



bir dağ başı olmalıyım

rayları sökülmüş tren yolunu

alıp alıp koynuma

önce kendimi

sonra kendimi

arada bir kendimi

öldürmeliyim



ilk düdükle koş ikincide ileri bak

dur ve dinle

yok bulut yok güvercin yok

bir ağaca rüzgâr olmak

eteğini düzelt göğüs çatalını

kuşlara yem atmak yasak

levhasını boynuna as



uçurum durağındayız

ya uçmak ya uçmak





önce ağacın kalbi duracak

sonra gökyüzü

ipleri kopmuş salıncak gibi

sonra raylar söküle söküle

sonra deniz

kalbini bir dağa bırakacak



ama biz nasıl yaşayacağız hâlâ

koruktan reçel

yapma düşünü büyüterek nasıl

öleceğiz

sevgilim

hoş gelmişim rüya hatıra

sonra büyür oğullar ve kızlar da

guk-gu, guk-gu duvar saati

yirmi üç, yirmi dört

üstüme kendini ört





Akköy, Temmuz-Ağustos 2010



Çiğdem Sezer