Çiğdem Sezer
GİRDAP
bir zaman elmanın hüznüne dadandım
ergen dalım kırıldı
kuşlara kaldım
çınar evimdi mahzenim
gövdesine çok dağıldım
yapraklar bilir dedim kuşların ne dediğini
el ayak çekildiğinde şehirde
balıkçılar uzağa gittiğinde
su bilir kum bilir köpükler bir de
derin bir yaranın neye benzediğini
***
çiçekli pazen elbise
tırnak izlerini örtsün diye bedenimde
ellerim nasıl da sakar
yüzümde dağların uzaklığı var
gitmeyi öğrendim harflerin dilinde
öyle söküle söküle köklerimden
kuru bir dala ne çok özendim yeşersin diye
şimdi hangi dal çiçeklense
ölü tomurcuğun gölgesi üzerinde
***
kadınlar fincanları üç kez döndürerek başları üzerinde
denize fal tutuyor
içindeki susuzluk dinmeyecek biliyor
kadınlar fincanları üç kez başları üzerinde…
alıcı kuşlar geçiyor gökyüzünden
ayaklarını suya değdiriyor
kuşlar da gitti
diyor bir kadın
gözlerinden kuş sürüleri geçiyor
havalar soğudu diyor diğeri
rüzgâr içimizden esiyor
kalbimde bir şey var o günlerden kalma
unutup unutup hatırlıyorum
ya herkesten geçiyorum ya hiç kimseden
geçmeyen bir yol gibi kendime çıkıyorum
ani fren yapıyor hayat
harflerle çarpışıyorum
***
her harf bir kapıdır her kelime bir dağa çıkar
evden kaçan çocukları kimse sevmez harflerini tut
uysal bir ömür biç uzun yaşasınlar
anne öğüttür baba susmak
büyütür yalnız çocukları akşama bakmak
akşama baka baka çok büyüyorum
ellerim sarkıyor ayaklarım durmaksızın uzuyor
gövdemde uzun bir nehir
kıvrıla döne akıyor
başım bundan dönüyor diyorum
nehrin akışı dengemi bozuyor
neye aşkla dokunsam içime eriyor
herkes her şeyi biliyor da
hiç kimse kendine benzemiyor
***
kehribar boncuklar diziyorum dünyanın ipine
bu doğmak boncuğu bu büyümek bu düşmek
bunlar yara boncuğu say say bitmez
gez gör bir çarşı öyle uçsuz bucaksız yaralarım var
beni diyorum al içine ateşe sar
sabahı bölüşecek biri gerek
bunu herkes içinden söylüyor dilleri sus
ve sabah gecikmiş bir ölü gibi evimizden geçecek
bir testere ağacın dalında gide gele
kuş yuvalarına henüz açmış çiçeğe yaprağa düşen güneşe
ama en çok kalbimize gide gele bir testere
sustuğumuz sözcüklere kan düşürecek
kehribar bir boncuk boğazımızda
ve ölüm ustaca aramızdan geçecek
Ögür Edebiyat Mayıs-Haziran 2010