20 Ocak 2008 Pazar

DÜNYA TUTULMASI ÜZERİNE SÖYLEŞİ



BETÜL TARIMAN
ÇİĞDEM SEZER’LE 2006 CEYHUN ATUF KANSU
ŞİİR ÖDÜLÜNÜ’NÜ ALAN KİTABI
DÜNYA TUTULMASI ÜZERİNE SÖYLEŞİ


Betül Tarıman: Sevgili Çiğdem, İlk kitabın Kanadı Atlas Kuşlar 1991 tarihli. Bunu 1993 tarihinde Çılgın Su, 1996’da Kapalı Gişe Hüzünler, 1998’de Bir Şehrin Hatıra Fotoğraflarından izlemiş. Dünya Tutulması ise beşinci kitabın. 2006 ‘da, bu kitabınla, Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü aldın. Kitabın bütününe bakıldığında, çağın acılarına tanık oluyor, acıyı derinlerimizde duyumsuyoruz. Hatta bu acı, öyle cesur ki, sana şu dizeleri yazdırmış: “ölü bir balerin süzülüyor yeryüzünün kalbine / dur gitme!” Buradan hareketle, Dünya Tutulması’nın hayata bir itiraz olduğunu söylenebilir mi?

Çiğdem Sezer: İtiraz, evet ama; bu, hayatta ‘var-olma’ biçimine itiraz, diye okunmalı. Yoksa, hayatta olmaktan yana bir şikayetim yok benim. Şiir yazayım da, bir itiraz olsun, diye bir derdim de olmadı. Yazdım, çünkü; hayatı iliklerimde duymanın, benim bildiğim-bulduğum en iyi yoluydu şiir.

Betül Tarıman: Çarşı, avlu, kadın, çocuk, hayvan, ölüm, yara, dağ, ağaç, gül, aşk, hayvan, makaslar, bıçaklar ve daha çok da yalnızlık, şiirinin temel izlekleri. Nerdeyse dünyanın tüm halleri şiirine sinmiş. Yalnızlığını mı seviyorsun yoksa yalnızlığın mı seni seviyor?

Çiğdem Sezer: Bizimki karşılıklı ‘iflah olmaz’ bir aşk; didişip duruyoruz birbirimizle. Gerçek şu ki, bu dünyaya yalnız gelip, yalnız gidileceğine inananlardanım.Bu anlamda yalnızlığı bir ‘doğal- oluş’ olarak kabul ediyorum. Bu durumda bana düşen, olabildiğince çok insanlık halini deneyimleyebilmek. Madem ki yalnızız ve zamanımız dar, dediği gibi şairin:“çok sevmeli, çok söylemeli”

Betül Tarıman: Simone de Beauvour, “ Kadın olarak doğulmaz, zamanla kadın olunur” diyor. Beauvour, bir anlamda, kadına biçilmiş rollerden, annelik tuzağına düşmelerden söz ediyor. Aslında karşı olduğu, annelik de değil. Tam da bu noktada, şiirlerindeki baskın izleklerden biri de, kadınlık halleri. Kadınlık hallerinden çoğunluğu, şiirlerine yansımış. Bunu belki de, en çok şu dizeler örnekliyor: “ biz çok çocuk bir anneden… / oğlanlar sokağa çıkardı / kızlar bahçeye kadar” ya da “ kırk kapı kırk kez üzerime kapalı / yorgun ev yalnız eşik kerli avlu” Ne dersin?
Çiğdem Sezer:”Senden kadın olmaz” sözünü çok duymuşluğum var ilk gençliğimde. Annem ve komşu teyzeler, öyle çok söylediler ki bana bu sözü. Demem o ki, Simone de Beauvour’a kadar gitmeye gerek yok, kadınlığın içine doğulan değil, zamanla olunan bir durum olduğunu anlamak için.Ama annem ve komşu teyzeler yanıldı ve ben çok erken kadın-anne oldum. Bunun için ödediğim bedelin ağırlığıdır o dizeler. Bundan, anneliğe karşı olduğum anlaşılmasın. Sorun, bunun toplumsal algılanış biçiminde.Sonu olmayan tartışmalara girmenin anlamı yok ama, şu kadarını söylemekte yarar görüyorum: Kadının bazı tuzaklara sürüklendiği doğru. Eş, anne vb. rollerle kuşatılmışlık…Sorunu biliyoruz da, çözümü yanlış yerde arıyoruz.Kadın o tuzaklara ‘sığındığı’ sürece, çözüme ulaşmak olanaksız. Zaten az olan iyi örnekleri karalamak, yok saymak konusunda bazı hemcinslerimizin davranışları da cabası…Bana gelince, bir yerlere ulaşır mı bilemem, ama kadınlığımın diline varmaya, o dili şiire taşımaya çabalıyorum. Ne kadar olabilirse…

Betül Tarıman: Trabzon, Adapazarı ve Ankara… Yaşamını sürdürdüğün kentlerden birkaçı.Sanrım bu kentler sende derin izler bırakmış. Bunu, pek çok dizende hissetmek olası. Yaşadığın kentlerin sende ve şiirindeki etkileri neler oldu? Yoksa “ kimsenin şehri benzemiyor kimseninkine” derken ki ayrımda mı yatıyor o giz?

Çiğdem Sezer:”sen yine de kalmak say/ bütün gitmelerimi” diye iki dize vardır ilk kitabımda. Bu dizelerin durumu iyi özetleyeceğine inanıyorum. Yine de açmam gerekirse; çok şehir, çok ev, çok kültür…En uzun yaşadığımız kent Adapazarı oldu. Ben, anılarımın olduğu kentte yaşayamamıştım. İstedim ki çocuklarım yaşasın bunu. Bu yüzden o kadar uzun kaldık Adapazarı’nda. Ama olmadı, biliyorsun, 17 Ağustos depremi bizi o kentten ayrılmak durumunda bıraktı. Ve çocuklarımın da tüm anıları yıkıldı kentle birlikte. Bu özel durumun dışında, kentlerin şiirim üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu söyleyemem. Dolaylı etkiler…
Betül Tarıman: Şiirlerinde göze çarpan izleklerden biri de umutsuzluk. Tutup, bir muziplik yapayım demiyorsun şiirin bir yerinde. Peki, bunca umutsuzluğa şiir mi çare? Şiirle mi yaralarını sarıyorsun? Ya da, “ adın neydi Burka? / koynunda patlayacak bir bomba / gibi uyurken oğlun, şafakla / Kandahar ve mayvan ve herat / memelerinde on yılların irini” derken ki sızı mı, sen de derin yaralar açtıran?

Çiğdem Sezer: Umutsuzluk demek doğru değil buna. Nietzche’nin sözü müydü, emin değilim, şöyle diyordu: sanat ve felsefe, çok farklı yöntemlerle acı’yı bilgiye dönüştürür. Gerçekçi olursak, hayat acı’dan başka bir şey değil.Ölümlü oluş bile yeterli bunun için.Bu durumda ‘umut’ ne ifade ediyor? Ölümsüzlük?..O da çare değil, çünkü, yitirme korkusu yoksa, anlam azalıyor. Yani ‘çare’ yok! Olmayan çareyi umut etmek niye? Geriye kalan, acıyı sanatla, felsefeyle bilgiye dönüştürmek. Burka şiirimdeki yarayı insanlığa açanlar, bütün bunların uzağında, kendi tekerleklerini döndürüp duruyorlar. Ne sanat, ne felsefe, ne de bilgiye dönüşen acı onların umurunda. İktidar hırsı dünyanın gözünü bürümüş. Yalnız o boyutta da değil, bir bakalım etrafımıza, küçücük iktidar adacıkları için neler yapılmıyor! Kadın sorunundan savaşa, soykırıma kadar, hepsinin temelinde iktidar hırsı var. Bu durumda muziplik yapmak içimden gelmiyor doğrusu.

Betül Tarıman: Biliyoruz ki, hayat çok acımasız, öyle bir an geliyor ki, değil şairi, herhangi birini de allak bullak edebiliyor. Bununla birlikte, Dünya Tutulması ve diğer kitaplarına bakıldığında, kendiyle ve hayatla kavgası olan bir şair tipi çıkıyor karşımıza. Kendiyle kavgası olan bu şair, kendini hayatla mı deniyor, ya da bile bile kendini hayata mı teslim ediyor?

Çiğdem Sezer:Galiba hayatı kendimde deniyorum ben. Kendimi hayata teslim etseydim, Dünya Tutulması yazılmazdı zaten, kendinden bilirsin. Kavga etmeyelim, ama, direnelim, karşı çıkalım, olumluya, iyiye doğru evrilelim. Anneyiz, teslim olmayacak bireyler yetiştirelim. Bunu yapabiliriz. Zaman az, iş çok, yorgunuz, hayat üstümüz üstümüze geliyor…Evet, ama, yine de yapabiliriz. Yeter ki enerjimizi, emeğimizi, birbirimizi yok etmek için harcamayalım.
Betül Tarıman: Aşklar Ve Baharatlar adlı romanın İnkılâp Kitapevi roman yarışmasında övgüye değer bulundu. Neden roman?Ve ne zaman okuyabileceğiz Aşklar Ve Baharatlar’ı? Son olarak, neler yazıyorsun şimdilerde?

Çiğdem Sezer: Aşklar Ve Baharatlar yakında yayımlanacak, Bense ikinci romanı yazıyorum şimdilerde. Tabii şiir. Başka türde de ürün veren birinin şiiri bırakacağı söylenir ya, inanma. Birbiri ile didişmeden, tersine, birbirinden beslenerek gidiyor ikisi de. Neden roman?...Üstelik hiç aklımda yokken, önceden tasarlamamışken! Sanırım, şiirle aramızdaki iflah olmaz aşk çok üzerime gelmişti, ve ben kelimelerin daha itaatkar olmasını dilemiştim. Böyle bir ruh hali. Ama yazdıkça, bundan çok daha fazla olduğunu gördüm. Olağanüstü bir deneyim.

Betül Tarıman: Sevgili Çiğdem, yaptığımız keyifli söyleşi için teşekkür ederim. Yaralarımız açılmadan baş başa bir kahve içmeye ne dersin?

Çiğdem Sezer: O yara hep açık değil mi zaten, Betül? Bence, yara ve kahve demişken, Sevgili Zeynep Uzunbay’ı da alalım yanımıza, ‘Yara Falı’mıza baksın. Ama önce kahveler lütfen!